Ahmet Melih Karauğuz ile Röportaj
Röportaj: İbrahim TARIMAK
Öncelikle seni tanıyalım: Ahmet Melih Karauğuz kimdir? Neler yapar?
1994 Konya doğumluyum. 2010 yılından beri düzenli olarak yazıyor ve okuyorum. Hiç planımda yokken 2018 yılında Profilinde Stalk İzi Var isimli, daha önce dergilerde yazdığım dijital kültür temelli metinlerin yer aldığı ilk kitabım çıktı. 2019 Şubat ayında, dijitalleşmenin mimariden edebiyata, bilgisayar oyunlarından müzeciliğe etkilerinin irdelendiği Gri Alan kitabının editörlüğünü Ali Güney ile birlikte yaptım. 2020 Ocak ayında Türkiye’de ilk olarak siber zorbalık temalı bir çocuk romanım yayımlandı. Geçtiğimiz günlerde de Postmodernizm üzerine bir kitap derledim. Böyle yazınca hayatımı yazarlıktan kazandığım düşünülebilir ancak hepsi süreç içerisinde ortaya çıkan eserler. Yazarlık para kazandırmıyor. Bilim Merkezi’nde yarı zamanlı olarak çalışıyorum. İçerik üretmeye gayret ediyorum orada. Haricen içinde yaşadığımız zamanı anlamaya çalışıyorum. Mümkün oldukça ve inşallah son nefese kadar okuma arzusundayım.
Okuma ve yazma serüvenin nasıl başladı? Ne gibi kırılmalarla devam etti?
Lise bire gittiğim sene Konya’da bir kitapçıda Açlık Oyunları kitabını görmüştüm. Kapak arkasında yazanlar inanılmaz ilgimi çekmişti. O an alamamıştım ancak aylar sonra kitabı bulup almıştım. Kitap bitince büyülenmiştim. Sonra sınıfımdan birkaç arkadaşım daha seriye başlamış. Birlikte okumaya konuşmaya başlamıştık. Ben o sıra artık hep kitap okuyacağım dediğimi hatırlıyorum kendi kendime. Sonraki sene Esra ve Hamit’le sürekli kitaplar okur birbirimizle paylaşır olmuştuk. Ben de o yılın yaz tatilinde bir kitap dağıtımcısında işe girmiştim. Aldığım parayla kitap alıyordum. Bir de benim işe başladığım gün depo boşalıyormuş. Oradan bir sürü bedava kitap vermişlerdi bana. Bir de o sıra iş aralarında, ya da bana iş verdiklerinde bitirdiğimde bir köşeye geçip depodaki kitapları okuyordum. İlk kırılmalar ve önemli kırılmalar bence bunlar. Daha sonra elbette yazmaya başladım. Hikmet Yılmaz bir blog kurdu, orada birçok isim yazıyorduk. Sonra birçok platformda ben kendimce yazmaya başladım. Bir dernek kurduk Hikmet Yılmaz’la. Hastanelere kütüphane kurmaya başladık. Ben o sıra üniversiteye gelmiştim. Dergi çıkarmaya başladık. Bir yıl sonra dergiyi kapattık derken ben bir anda kendimi edebiyat ortamında bulmuştum. İsteğim de buydu elbette esasında liseden beri. O günden beri yazıyorum bir şekilde. Çok fazla kırılma oldu elbette oluyor da ama onları şimdi açıklamak ya da neler olduğunu söylemek için biraz erken gibi.
Dijitalleşme merakın nereden geliyor?
Bunu daha önce birçok kereler anlattım. Daha önce anlattığımda denk gelenler sonraki soruların cevaplarına geçebilirler (gülüşmeler). 2005 yılında oturduğumuz lojmanda evimizde internet vardı ve herkesin 4 gb kotalı internet paketi kullandığı yıllarda bizim evimizdeki internet sınırsızdı. Ben de o sırada site açmaya merak sarmıştım. Yüze yakın blog açmışlığım vardır. Aynı anda on bloğu kontrol etmeye çalışıyordum. Derken kendimce kodlar öğrendim. Komşumuz bilgisayar mühendisiydi. Bana Java öğretmeyi teklif etmişti. O zaman olur dememiştim. Bunun için hala derin bir pişmanlık duyarım. Sonra sonra internet değişti. Sosyal medyalar ortaya çıktı. Ben yine bloglarda yazmaya, blog açmaya devam ettim. 2012 yılında YouTube’daki kanalları takip etmeye başladım. O günden beri YouTube’u takip edip kendimce bir şeyler yazıyorum haklarında. Kendimce bir takım düşüncelerim var yarına dair bu mecralar üzerinden. Tabii dijitalleşme büyük bir alan. Yapay Zeka, makine öğrenmesi, kripto paralar, sosyal medya, büyük veri bir sürü kavram var. Ben aklımın erdiği ve insanlara faydalı olabilme adına bu işin kültür ve gündelik hayata etkileri ne oluru anlamaya çalışıyorum. Çünkü her iki mesele de dünyamın merkezinde. Sorudan çok koptum galiba. Soruya yanıt olması için dijitalleşme merakım tamamen şans. Evimizde bilgisayar olması, çevremdeki büyüklerin bilgisayara hakim olması, babamın bilgisayarı 1998’de evimize alması ve benzeri birçok şans, fırsat.
Dijitalleşmeden korkmalı mıyız? İlerleyen zamanlarda hayatımızda ne gibi değişiklikler olacağını öngörüyorsun?
Korku öğrenilmiş bir şeydir abi biliyorsun. Hiçbirimiz doğuştan bir şeylerden korkarak yaratılmayız. Yani örneğin bebeklerin hayvan sevgisine baktığımızda onlara yaklaşırken çok rahatlar, korkusuzlar. Örneğin kedilerle içli dışlı olan bir bebek belli bir yaşa gelince bir kedi saldırısına uğrarsa kediyi zihin tehlike olarak kodluyor ve korku oluşuyor, kişinin hayatta kalma sistemi yani bir anlamda korku. Dijitalleşme bizi öldürecek bir şey midir korkalım? Korkuyoruz çünkü dijitalleşmeyi ithal ediyoruz, sürecini yönetemiyoruz. Bu da dışarıdan etkilerle Hollywood, ülkemizdeki konu hakkında komplo üretenler vs. nedeniyle bir korku aracına dönüşüyor. Robotlar sizi işsiz bırakacaktan tut da abi robotların dünyayı ele geçireceği, insanın bu yeni teknolojilerle robotlaşacağı, bunun yeni bir din olacağı vs. Bunlar yok mu yani dijitalleşme temelli dini inanışlar. Elbette var. Ama azınlık. Bizim ülkemizde az olanın üzerine yansıtılan projeksiyon o azı dev yapıyor. Farenin gölgesinin duvarda devasa görülmesi gibi. Korkumuz bundan. Fareye yakından bakmıyor uzaktan izliyoruz. Yakınında olsak sürece hakim olacağız ve korkmayacağız. Yani yazılanlar çizilenler üzerinden nesnelerin interneti, makine öğrenmesi, büyük veri üzerinden daha öngörülebilir bir dünya olacağı söyleniyor. Ancak insan öngörülemez bir varlık. Dijitalleşme olağan bir süreç Neolitik’ten beri devam ediyor. Yani şayet dijitalleşme analog olandan daha sistematik ve verisel olana geçişse insanoğlu dünyada olduğu zamandan beri bunu yapıyor. Mesele hakkında buradan kısa bir cevap vermek zor (Burada top çeviriyor) Ancak şu var teknolojiyi üretirsek, geleceğe de yön verebiliriz.
Profilinde Stalk İzi Var, Gri Alan, Dört Sonsuz Evren ve geçtiğimiz günlerde senin editörlüğünde, Ketebe yayınlarından çıkan “Bitmemiş İnşa: Postmodernizm” olmak üzere dört kitaba imza attın. Sence bir öykü dosyasının vakti gelmedi mi?
Çok enteresandır. En büyük hayalim öykücü olmaktı. Hep bir öykü ve roman hayalim vardı. Ama olmadı. Ben de bir öykü dosyam basılsın isterim. Hâlihazırda bir dosyam var öykü adına. Bir yayınevine gönderdim. Ama zannediyorum 2021’de ancak yayımlanır olumlu dönüş alsam da. Sağlıklı olalım, ülkemizde huzurla özgürce yaşayalım da öykü dosyası olur gider.
Furkan Pişgin ile birlikte ilk günden beri severek takip ettiğim cesur bir iş yapıyorsunuz; Kediler Krallara Bakabilir. Bize bu podcastlerin hikâyesinden bahseder misin?
Podcast fikri Furkan’ın fikriydi. Bir konuşmamızda bahsetti. Ben heyecanla abi yapalım mı beraber dedim. Kabul etti. İlk sezonu bitirdik. 14 bölüm çekmişiz. Amacımız kendi öykü gündemimizi insanlarla paylaşmak, bilmediğimiz, duyamadığımız, göremediğimiz öyküleri/öykücüleri duymak okumak belki duyurmak.
Bize Dört Sonsuz Evren’den bahsetmeni istiyorum. Bu kitapla birlikte çocuk edebiyatına da giriş yapmış oldun. Bunun devamı gelecek mi?
Devamı gelmesini istiyorum. Kafamda bir takım hikâyeler de var. Ancak başına oturup ciddi bir şekilde çalışmam gerekiyor. Çocukların dünyalarına dokunabilme umudu çok heyecan verici. Yazım süreci fazlasıyla dinç tutuyor beni. Bakalım inşallah yakın bir zamanda, çok bekletmeden ikinci romanı yazmaya başlayabilirim.
“Keşke bu kitabı ben yazsaydım” dediğin kitap var mı?
Tatar Çölü ve Tirza. Keşke bu kitapları ben yazsaydım.
En sevdiğin üç Türk öykücü?
- Hasan Harmancı
- Sait Faik
- Oktay Akbal
- Aykut Ertuğrul
- Murat Yalçın
- Mustafa Kutlu
En sevdiğin üç yabancı öykücü?
- Etgar Keret
- Truman Capote
- Dino Buzzati
- John Cheever
Son olarak okuyan, yazan, çizen gençlere söylemek istediğin bir şeyler var mı?
Okumak bir süreç ve sonu yok. Çabalamak değerli. Elbet bir gün bir şeyler oluyor. Hayal kurmaktan vazgeçmememiz gerekiyor. Kendi sesimiz için çabalamayı bırakmamamız. İlim sonsuz bir derya. Oradan nasibimize düşeni almak elimizde. Hep birlikte, yılmadan mücadeleye, okumaya, yazmaya, çalışmaya devam.
Teşekkür Ederim.
Ben teşekkür ederim.