Gözlerimizdeki Işık Okumanın Aydınlığıyla Çoğalır Mı?

-Cemil Meriç ve Luis Borges’e-

“Cemil Meriç artık eski Cemil Meriç değildir. Öfkeli, gururu kırık, ürkek… Tabiri caizse gözleri o mağrur alnından parmaklarının ucuna inmişti. Geceleri sessizce kütüphanesine gider, kitaplardan birini çeker, parmaklarıyla okşar ve başını sayfalara gömerek, hüngür hüngür ağlardı…”

Ümit Meriç, babasının gözlerini kaybettiği zamana dair anlattığı bu hatırayı okuduğumda derin bir ürperti alır içimi. Büyük mütefekkirin derin ıstırabını anlatan en acı sahnedir kanımca. Dokunduğu kitapları okuyamadıkça “körlük, bir nevi ölüm” diyecektir.

Cemil Meriç’in Türk entelektüel tarihinde kendine mahsus bir yeri vardır. Şiir gibi lirik ve bir bıçak kadar keskin üslubunun derinliğini tatmadan, okurunu içine çeken tecessüsünü hissetmeden anlaşılamayacak bir irfan insanıdır. Onun kitaplara ve okumaya dair kışkırtıcı yaklaşımı her okuduğumda beni yeniden heyecanlandırır. Gözlerindeki ışık azalınca, masanın üzerine koyduğu sandalyeye çıkarak lambanın aydınlığında kitabına eğildiği rivayet edilir ki, her okuduğumda duygulanırım. Görme yetisini kaybedince, başta kızı Ümit Hanım olmak üzere öğrencilerden yardım alır;  kitapları onlar okurlar artık Cemil Meriç’e.

Cemil Meriç gibi İspanyol J. Luis Borges de sonradan görme yeteneğini kaybetmiş önemli bir yazardır.

Gözleri sonradan kapanan Cemil Meriç’i tanımam lise yıllarına denk gelir, Borges’i ise üniversite yıllarında okudum. Fakat oradan geriye doğru gittiğimde, okumak ve görmek ile ilgili benim de anılarımın olduğunu hatırlıyorum bugün.

Çocukluğumun kış aylarında, uzun geceler kitap okumak için odaya çekilirdim. Sessizliğe ihtiyacım vardı çünkü. Ahşap ve kerpiç’ten  yapılmış köy evimizde, uğuldayarak yanan tek soba ailenin oturduğu mutfakta olurdu sadece. Muhtemelen İlçe Halk Kütüphanesinden ödünç alınmış bir kitabın, estetikten uzak, sonradan ciltlenmiş kalın ve sert bir kapağını usulca çevirir, kaldığım yerden başlardım okumaya. Yeni bir aleme dalardım. Kafamın içinde dünyaya yabancı hayaletler, görülmemiş uçarı düşler, sarı sayfaların kokularına sinmiş tarihi karakterler dolaşırdı. Anlama bürünmüş sözcüklerin üzerine biner, yüreğimi titreten dışarıdaki kışa inat, soğuk odamdan geçmişin ve geleceğin, şimdinin ve ötesinin düşlerine sürerdim hayal atımı.

Orta ikideydim sanırım.

İnceliğini bir meleğin dokunuşundan almış kar taneleri, göğün derinliklerinden yer yüzüne inerken, kulaklarımda o karların sessiz terennümleri, kelimeleri, sözcükleri ve cümleleri izlerdim sayfalarda. Derken zaman ilerler, göz kapaklarımda ağır bir uykunun baskısı sonraki sayfalara dair merakımla cebelleşir dururdum. Sarıldığım battaniye ne kadar kırabilirse soğuğu, dışarıda esen rüzgarlar dövdükçe evin duvarlarını, ben okuduklarıma dair hayallerimle ısınırdım.

Sadece uykusuzluğun veya yorgunluğun değil, belki de gözlerimdeki bir rahatsızlıktan dolayı, karmakarışık renklerin sayfalara döküldüğünü görür, kelimelerin puslu bir atlasta kaybolduğunu hissederdim. Gözlerimi kırpıştıra kırpıştıra kaldığım yerdeki cümleleri tekrar yakalamaya çalışır, daha bir koyulaşan renklerin saldırısı altında, giderek körleştiğimi düşünürdüm.

Gözlerimdeki ağrının tedavi sürecinden hatıra, belleğimde ağır ilaç kokularının izi kalmış hastane anılarım var. Hekimlerin bulamadığı gözlerimdeki ağrının tedavisi için, hastane kadar yatır ve evliya kabirlerini de ziyaret ettim babaannemin eteğine yapışarak. Zihnimin bir köşesinde o günlere ait, babaannemin dudaklarından efsunlu bir mırıltı halinde dualar dökülür hafızama.

Bugün geride dönüp baktığımda, okuduğum onca zamanlar içinde, hatırası beni heyecanlandıran en lezzetli  kitap anlarımı, çocukluğumun o uzak bahçelerinde bulurum.

Kitaplarla kurduğum tutkulu ilişki ondan sonraki yaşamımda bırakmadı beni hiç. Hayat kadar hayali de anlamak, satırlarla dünyalar yıkıp, devrimler yapmak, dışarıdaki kalabalıklardan kaçıp kendime sığınmak ve kendimle konuşmak için kitaplara tutundum.

Kitaplar, hayallerden yeni bir dünya kurmaktır çünkü. Kendimizi anlamak ve kendimizden başlayarak insanı ve tabiatı tanımaktır. Okumak, sadece kitapların ete kemiğe büründürdüğü kelimeleri anlamaktan ibaret olmamalı. Yazarın anlatamadıklarını da görmeli, satır aralarına sinmiş gizli anlamları da kavramalı, imgelerin ardına takılıp, düşsel yolculuklar yapmalıyız. Belki sözcüklerden ara sıra uzaklaşıp, dışarıda akıp giden hayata, kuşlara, çiçeklere bakmamız, sonra başımızı kaldırıp bakışlarımızı uzatmamız gerekir göğün sonsuzluğuna. Doğayı da okumalı insan. Deli rüzgarların okşadığı yaprakların hışırtısında, içinden bir ses bulmalı. Derinliğine baktıkça göğün, kendi kuyularının karanlığına düşebilmeyi göze almalı. Dağlarda ağaçların altına uzanıp, onunla konuşmayı denemeli. Bulutlardan dökülen her yağmur tanesinde, dünyadaki her şeyden biraz daha arınmayı öğrenmeli.

Dışarıda biriktirdikleriyle içine dönmeli tekrar.

Kelimelerin ifşa ettiği sır, okurun dönüp kendi içine baktığında çözülebilir belki.

Kitaplar kadar kendimizi ve insanı okuduğunda, keşfe açık büyük bir kapının eşiğindeyiz demektir artık. O kapıyı araladığımızda ilahi bir neşidenin şarkısı dökülür zihnimize ve gönlümüze. Yaratılıştaki ortaklığımızdan, bütün mahlukatla kardeşliğimizi fark ederek konuşuruz onlarla.

Okudukça sayfalarında güvercin havalanırsa bir kitabın, okuru özgürlüğe kanat çırpıyordur.  Gözlerindeki ışığa inat, gönlüyle okuyordur artık kitapları.

Çocukluğumdan hatıra, gözlerimdeki ağrı ara sıra yeniden nüksediyor. Otuz beş yaşında gözlerini kaybeden Borges’i hatırlıyorum o an. Çocukluğundan itibaren kitaplara ilgisi hayli yüksek olmasının ötesinde, erken yaşlarda öyküler kaleme alır ve tercümeler yapar yerel gazetelere. Babasından tevarüs ettiği görme yetisini kaybedince kim bilir  ona nasıl bir ıstırap vermiştir, dimağında tadı kalmış kitaplara gözleriyle dokunamamak. Gözlerindeki ışığı kaybettikten sonra, kör biri olarak kütüphane müdür olduğunda yazar şu şiiri:

“Kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın
Bu lütfundan Yüce Tanrı’nın
Bana ilahi bir şaka yaptı
Kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı.”

Aydın Hız

Yazar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.